Yörük Efe Gazetesi ®️ | Aydın Haberler
2020-10-10 17:13:58

İNSAN! UYANIŞ!

Aziz Tepe

aziztepe@hotmail.com 10 Ekim 2020, 17:13

Dalgalar ağlar mı, diakamosun şarkıları maviliği kaplarken? Suyun şavkıyla ostracodcrustaceans geceye izlerini bırakmaya başladığında, şişenin dibinde son anason kokusunu yalnızlığa terk edip, hülyanın ıslattığı bedenimi okyanusa armağan ediyorum. Pembe algler görünmeye başladığında dalgaların içerisinde sürüklenen bedenim, Miu’nun o tatlı sesiyle uyandı.Miu güneşin parlaklığı içinde dans eden kucakta sandala çıkmam için çırpınırken, hangi gerçeklik içerisinde, zamanın neresinde ve kim olduğumu bilmeden uzanan elin büyüsünde istemsiz suyun üstüne doğru yükselmeye başladım. Ateş ve çarpıntı ruhumu bedenimin dışına atmak için çırpınırken, usul bir dokunuşla ferahladım. Sandalın içinde gözlerine baktığım an, güneşin doğuşunu selamlamak için belki de en ideal olan Nemrut’un yamaçlarında bulduk kendimizi. Sandal bizi Nemrut gölünün kıyısına emanet ederek uzaklaştı. Miu toprakta olmanın sevinciyle zıplayarak koşuşturmaya başladı. Dağın bir birinden farklı bitki taksonları usul ve büyüleyici koku salmakta, tertemiz havanın, net ışık demetleri içerisinde, Miu’yu omuzuma oturtup tuttuğum eli, tarihin tanrıları ve krallarıyla selamlaşmak adına gezintiye çıkarıyorum. Yunan ve Pers tanrılarının ortasında Antiochosun sonsuzluk mabedinde, Commagene sokaklarında bir birinden ilginç keşifler, soluğu boğazda düğümlerken, sımsıkı tuttuğum ellerinden kavrayıp sana döndüm. Gözlerinin içinde yaşanmışlık zihnime nüfus ediyordu. Hristiyanlığın başladığı topraklarda, İsa’nın doğum sancılarına tanıklık ediyordum. Doğumun haber zamanı çattığında, 24 pencereli advent takvimi Nemrut’un, tanrılar kentinin, İsa’nın beşiğinin gerçek zamanını sesleniyordu. Kırgınların buluştuğu , yakınların kucaklaştığı kutlamalar, eğlenceler eşliğinde sunumlar dizilen sofralarda dans ederek, şarap içerek geçirilmiş zamanı hızlandırılmış karelerden gözlerinin içinden, ruhuma yüzyılların hikayesini aktarıyordu. Zeus’un demir yıldırımlarının döküldüğü topraklardan, tanrılar savaşlarının ortasından geçerken, Sedir ormanları arasında kaybolup dinlenen halkların tulumlar arasında Fırat seyahatlerine kadar hikayeler gezdik. Düşüncelerin, geçmişin haritasına boğulduğu andan, bir birbirimize sarılıp özümüzü keşfederken, yorulduk ve sımsıkı sarmış eller bir anda toprağa uzattı bizi. Derin uyku içinde, aynı rüyada kaybolmuştuk. Kızılderililerin Amerika’sından, Anadolu’ya, Mezopotamya’ya , Orta Asya’ya kadar büyük bir coğrafyada cereyan eden hikayeler güneş tutulması gibi tuttu bizi, savurdu. Hızla dönüyor gerçekler, ümitler, gelecek içimizde, sanki evrenin, zamanın, gerçekliğin ötesinden bir yerden sesleniyor geçmiş, ruhumuzun derinliklerine. Uyandığımızda Kelle denilen tulumlarla yapılmış botun içinde Fırat’ın sularından Mezopotamya ya doğru savrulurken, yanaştığımız köyden, Enlil’in huzurunda ve bir grup gezginin rehberliğinde atlar üzerinde yolculuk Antiochia’da sonlandı. Sonra Aknehir Mahallesi yakınlarındaki gözlerden ırak bir bölgede yaklaşık 480 rakımlı tepede 6. yüzyılda kurulan St. Simon Manastırına geçtik. Manastır içerisinde 2 tane mermerden yatak, yüzlerce mum, kibritler, tütsüler, parşömenler, yeni alınmış hindi tüyleri, siyah mürekkep ve kum saatinin bulunduğu bir odaya 21 gün inzivaya ve derin uykuya dalmak için terkedildik. Demir zincirleriyle kilitlendiğimiz oda gün ışısına kapalı, içerisinde sadece bol ceviz, su bulunan, yerin haylice altında, yaz günü üşünecek kadar soğuk. Retinalganglion hücrelerinden bir kısmının bizim sirkadyen saatimizin ayarlayıcısı olan suprakiazmatik çekirdeğimize uzandığı ve ışığı algılayışının bizim uyanmamızı tetiklediği için gün ışığıyla uyanmaya alışkın vücut, şaşkın ve zamansız ritmini kısa sürede kaybetmeye başladığında, sıklaşan rüyalar içinde çığlıklarla birbirimizi uyandırmaya başladık. Konuşmak yasak, yardımlaşmak serbest. Bir olmak ve evrenin sonsuz sırları içerisinde yeni kazanımları almak adına 2020 itibari ile değişen psişik güçlerin içerisinde bulunmaya davet edilmiştik. Artık gün kavramını yitirmiş, zamanın dışına çıkmış, geçmiş hezeyanlarımızı kenara itmiş, nefes alışımız, kalp ritmi dahil bir birimize ait tüm içsel hareketlere kadar duyabilir olmuştuk. İlk başlarda parça parça ve ayrı zamanlarda olan uyanışlar, belli zaman sonrası sanki tek vücuda ait hale gelmişti. Uyanış anlarında sönmüş mumların arasından yanlış hiçbir yere basmadan, parşömene uzanıp keşfettiklerimizi yazacak kadar mum yakıyor, keşifleri belgeledikten sonra çoğu zaman 1 bardak suyu yarı yarıya içiyor ve Miu’nun suyunu kontrol edip uykuya dalıyorduk. Bilmediğimiz anları, mekanları, geçişleri aynı anda, aynı oranda yaşarken, birbirimize verdiğimiz güvenin huzuruyla tüm endişe ve arzuları aştık. Bu yolculuk esnasında en önemli uyanışımız, fiziksel etkileri doğuran koşulların düşünce kaynaklı olmasıydı. Düşünceler yaşanmışlıkların, evrenin var olmuş canlılığı ve maddelerinin ortak mirasıydı. An içerisinde kapıldığımız dalgaların, esintilerin, hikayelerin içindeyken bile, dışarıdan kendimizi resmedip, hızlandırarak tamamen hakim olacak kadar soyutlayarak seyretmeyi öğreniyorduk. Var olmak ve varlığa dair endişelerden arınarak zamanın, daha doğrusu anın parçası olmayı kabullendik. Sıradanlık ve basitliğin öz olması, bizi kibir ve kavgadan ayrı tutmaya götürüyordu. On yedinci günün sonrası sıklaşan rüyalar artık iyiden iyiye bilinç anında, hatta bilincin kontrolünde olmaya başlamıştı (Luciddreaming ). Olacaklar ile ilgili mesajlar alırken, sonrasına ait olanı yönlendirecek etkiye sahip bilinç altı çalışmasına dönüşen süreç, yeni bir uyanış ve ilginçlik boyutunda yeteneğinde kendisiydi artık. Yirmi birinci gün geldiğinde, rüya anında vücudun belli oranda mermerden kesilmesi ikimizi de şaşırtmıştı. Fakat düşünce ve bilimin harmanlandığında, sonsuzda bir her uyanış ve oluşun ifadesini de barındıracağını düşünmekteydim. Tam bu anda aslında hiçbir şeyin tam olarak temas edemeyeceğini, temas duygusunun hissel ve mantıksal bir çıkarım olduğunu düşündüğümde, aynı zamanda sonsuz boyutta bakıldığında var olan hiçbir şeyin aslında aynı zamanda bütünden ayrıştırılamayacak olduğunu da fark ettim.. Derin sessizlik yüksek gürültülü demir çığlıklarıyla bozulsa da neredeyse hiçbir umur yoktu bizde. Rahip kapıyı açıp içeri ışığı doldurduğunda geçici bir körlük oluştu ve dışarı doğru adımladıkça yüksek ışıktan adım adım olağan görüye geçtik. ( Yeterli ilgi olursa, uyanış sonrası yaşantı da olası değişime dair kurgu tasarlayacağım)
Islatılmış yalnızlıktan ürkünç var mı? Taşkın olan hoyratlık mı, kurallar mı bocalıyorum belki, fakat sevgiden başka silahım yok! Varsa mızrağın kanamaya hazırım, varsa niyetin ışığı sarmaya, tüm var olana ulaştırmağa, o zaman belki yenilmezlik bizimle!
Ne açlıktı ölüm, ne suçluk, vicdana sarıldık vurulduk. Ne ekmektir erek, ne sevmektir gerek, utandık sevdaya oruçtuk.


Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.