Orman yangınları ihmal değil, ihanet tablosudur

Son iki haftanın öne çıkan olayları; orman yangınları, Afgan göçleri, YAŞ kararları, iktidarın giderek oy kaybetmesi ve muhalefet partilerinin güçlenmesidir.

Son 15 gündür Antalya ve Muğla’da süren olağandışı orman yangınları sonunda en az 100 bin hektarlık orman varlığı kaybettik. Bu rakam, Türkiye’nin yaklaşık on yıllık toplam orman kaybına denk gelmektedir. Türkiye Cumhuriyeti, tarihinin en büyük orman yangını felaketini yaşamış bulunmaktadır.

Avrupa Birliği’nin bir kuruluşu olan “Avrupa Orman Yangınları Bilgi Sistemi” (European Forest Fire Information System - EFFIS) tarafından verilen istatistiklere göre Türkiye, 1990-2019 yılları arasında (30 yıla yakın bir sürede) 300 bin hektarlık orman alanını yangınlar nedeniyle kaybetmiştir. 

Son 15 günde yitirilen orman varlığımız ise bunun üçte biridir ve on yıllık orman kaybına eşittir. 

Bu yangınlarda birinci sorumlu Orman Bakanı Bekir Pakdemirli ve Orman Genel Müdürlüğü’dür. Orman Bakanı Pakdemirli, göreve geldiği günden beri orman yangınları konusunda ciddi önlem almamakta ısrar ederek adeta bu büyük yangına davetiye çıkarmıştır.

Gazetemizin Ege Bölge Temsilcisi Tuncay Mollaveisoğlu, iki yıldır Türk Hava Kurumu’nun elindeki yangın söndürme uçaklarını, Orman Bakanı Pakdemirli’nin nasıl devre dışı bıraktığını belgelere dayanarak bıkmadan, usanmadan yazdı.

İşin özeti şudur: Cumhurbaşkanı için on adet uçak var ama orman yangınlarına uçak yok.

Bu büyük doğal yangın felaketini göz göre göre davet eden, gerekli önlemleri almamakta direnen, birbiri üzerine hatalar yapan Orman Bakanı Pakdemirli, Türkiye Cumhuriyeti’nin ormanlarını koruyamamanın hesabını kuşkusuz bir gün verecektir. 

Bir gün kendisine bu doğa katliamındaki sorumluluğu, yeteneksizliği, hataları ve vurdumduymazlığı hukuk kuralları içinde sorulacaktır. 

Son orman yangını, sorumsuzluklar çemberini aşarak doğa katliamına dönüşmüştür. İhmal değil, bir ihanet tablosu tarihte yerini almış oluyor.Yangınlarda on binlerce hektarlık orman alanı kül oldu. 

Son haftalarda genç Afganlar, kafileler halinde sınırlarımızdan kolaylıkla geçiş yaparak Türkiye’ye geliyorlar.

Bu, bir göçtür ve arka planında ABD’nin kararları olduğu ortaya çıkmıştır.

ABD yönetimi, Afganistan vatandaşları için özel “P2- Vize Programı” uygulayacağını açıkladı. ABD Dışişleri’nin açıklaması şöyle: “Afganistan’ın dışına çıkmak onların sorumluluğundadır. Ülke dışına çıkıp nerede olduklarını bize ilettikleri anda onlar için vize başvuru dosyalarıyla ilgili işlemleri başlatacağız.”

Bu açıklama, olan biteni anlamamız için yeterli bilgileri içeriyor. 

ABD, 20 yıldır Afganistan’da çok yönlü bir savaşın içinde bulunuyordu. Ancak yeni ABD Başkanı Joe Biden, Afganistan bataklığından çıkma kararı verdi. 

ABD’nin 20 yıllık Afganistan macerasında ABD ordusuyla işbirliği yapan Afganlar, şimdi göç yollarındalar. Kolay yollardan Türkiye’ye gelen, kendisine bağlı bu işbirlikçileri ABD, kurtarmak ve korumak istiyor. 

Bu uygulamayı 1991 Körfez Savaşı sonrasında 1996 yılındaki kitlesel göç olayında görmüştük. O yıllarda ABD için çalışan Iraklı Kürtler, sınırdan kafileler halinde Türkiye’ye geçirilmiş ve ABD tarafından korunmuş hatta ABD’ye götürülmüşlerdi. 

AKP iktidarı, “Sınırlarımıza gelen Afgan göçmenlerini geri çeviremeyiz” açıklaması yapıyor.

ABD, kendisi için çalışmış olan Afganları yukarıda belirtildiği gibi özel göçmen vizesi ile ABD’ye kabul edecek.

Sınırları açarak Afgan göçünü özendiren AKP’nin bu kararının ABD ile yapılan bir anlaşma sonucu olduğu da belirtiliyor. CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, Erdoğan’la ABD Başkanı Joe Biden’ın haziran ayında Brüksel’de Afgan sığınmacıları konusunda anlaştığını açıkladı. 

Türkiye, bir yandan Suriye’den gelen 5 milyonluk göçmen kitlesi ile uğraşırken şimdi de Afgan göçü ile karşı karşıyadır. Bu durum ne yazık ki Türkiye’nin dış politikada eli kolu bağlı olmasının sonuçlarıdır.

30 Ağustos 2021 YAŞ kararları, AKP iktidarının tarikatlara verdiği ödünlerin somut örneği olarak Türk siyasal tarihine geçecektir. 

Cumhuriyet gazetesi, “tarikata bağlı üniformalı, sarıklı amiral” olayını ısrarla izledi. Konuyu gündemde tuttu. Tarikatçı amiralin eylemi zaten inkâr edilemezdi. Olayın üstünü örtemediler. Çünkü amiralin sarıklı cüppeli fotoğrafları tüm gazetelerde yayımlanmıştı. 

Bu derece açık ve somut eylem karşısında tarikatçı amiralin ordu ile ilişkisinin derhal kesilmesi gerekiyordu. 

Tarikatlardan medet uman AKP siyasal iktidarı bu yola gitmedi. Milli Savunma Bakanlığı’ndan yapılan açıklamalarla bu konuda, “komisyon kuruldu, inceliyoruz” denilerek konuyu soğutma ve küllendirme yoluna gidildi. 

Amiral, üniformasının üstüne tarikat cüppesini giymiş, başına da takkesini geçirmiş... Daha neyi inceliyorsunuz?

Cüppe hangi kumaştan yapılmıştır? Pamuklu mu, ipekli mi kullanılmış; takkesini sağa mı yatırmış, sola mı yatırmış? Bunları mı inceliyorsunuz?

Cumhuriyet gazetesi haftalar boyunca her pazartesi günü “Cüppeli amirale neden ceza vermiyorsunuz” diye sordu. Bu kadar beklemenin sebebi YAŞ toplantısındaki kararla belli oldu.

Cüppeli Amiral Mehmet Sarı, Yüksek Askeri Şûra’da Türk Silahlı Kuvvetleri’nden ihraç edilmedi, emekli edildi.

Bunun anlamı şudur:

  1. Tarikatçı amirale kol kanat gerilmiştir.
  2. Ordudan çıkarılmamış, “inceliyoruz” denilerek zaman kazanılmış, tarikatçı amiralin emekli maaşını tam olarak alması için beklenmiş ve YAŞ’ta emekli edilmiştir.
  3. Rütbeli, rütbesiz asker, albay, general, amiral hepsi artık cemaat ve tarikatlarda ayinlere katılabilirler. Bu durumda orduyla ilişkileri kesilmez ancak emekli edilirler. 
  4. Önümüzdeki genel seçimde emekli Amiral Mehmet Sarı, ön sıralardan AKP milletvekili yapılırsa şaşırmamalıyız.

Burada kuşkusuz Atatürk’ün şu sözleri akla geliyor:

“Ey millet; iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru, en gerçek tarikat, medeniyet tarikatıdır...”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki AKP iktidarında YAŞ kararları, Atatürk’ün bu sözüne önem verilmediğinin de açık kanıtıdır. Bu durumda TSK’ye bir FETÖ değil, bin FETÖ sızar.

İYİ Parti lideri Akşener’e Rize’nin ardından Sivas’ta da saldırı girişiminde bulunuldu.

14 Mayıs 1950’de yapılan hukuka bağlı, dürüst seçimlerle çok partili sisteme girildi. 1957’den sonra oy kaybını açıkça gören DP iktidarı sıkıntı içine girdi. 1960 öncesinde muhalefet partisi lideri İsmet İnönü’ye saldırılar yapıldı. Uşak’ta İnönü’nün başına taş atılmasını, Topkapı’da taşlarla, sopalarla saldırılıp arabasından indirilip linç edilmek istenmesi olayını bizzat yaşadım.

İktidardan gitmek istemeyen ancak sürekli oy kaybeden siyasal iktidarlar, ne yazık ki bu yollara başvuruyor. 

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’na yapılan fiili saldırılar ve özellikle Ankara Çubuk’ta katıldığı bir cenaze namazı sonrası kendisine yapılan taşlı sopalı saldırılar unutulmamalıdır.

İYİ Parti lideri Meral Akşener’e de birbiri üzerine fiili saldırılar sürüyor. 

Evinin önünde yapılan gösteriler, Rize’de başına gelenler, demokratik bir ülkede kabul edilemez. Geçen salı günü de Akşener’e Sivas’ın Zara ilçesinde yeniden sözlü saldırı girişimi oldu. Erdoğan, Akşener’in Rize ziyaretinde sözlü saldırıya uğramasının ardından “Daha neler olacak neler... Bunlar iyi günler” demişti. Bu tavır, bu politika, kesinlikle doğru bir yol değildir. Bu gibi eylemler CHP’yi de İYİ Parti’yi de daha çok güçlendirir. AKP’yi de giderek zayıflatır. Kendi içinden bile karşıcıların güçlenmesini sağlar. Siyasal iktidar, aklını başına almalıdır. 

Son haftalarda birbiri ardına gelen kamuoyu yoklamalarının sonuçları önemlidir. Anketlerin hiçbiri Cumhur İttifakı’nın oy yüzdesinin arttığını göstermiyor. 

Son kamuoyu yoklamalarına göre seçmenin tavrı, Cumhur İttifakı aleyhine yüzde 60’lara doğru yükseliyor. Araştırmalara göre AKP, yüzde 28.5’e gerilerken MHP’nin oy oranı yüzde 5.4’e düşüyor. 

Ekonominin kötü gidişi, işsizlik ve enflasyon, halkı ilgilendiren en önemli konu olmayı sürdürüyor. İşte birkaç rakam:

  1. “Türkiye nasıl yönetiliyor” sorusuna verilen yanıtların yüzde 58.3’ü kötü, yüzde 23.3’ü iyi şeklinde.
  2. “Muhalefete karşı ne düşünüyorsunuz” sorusuna verilen yanıtların ise yüzde 41.9’u olumlu, yüzde 35.3’ü olumsuz.

Seçmenin genel seçimlerle ilgili düşüncesinde Millet İttifakı ve Cumhur İttifakı arasındaki oran giderek muhalefet lehine gelişiyor. Özellikle iktidarın, ülkenin temel sorunlarına karşı aldığı tutum değerlendirildiğinde oran, iktidarın aleyhine yükseliş gösteriyor.

Kanal İstanbul, Afganistan’a asker gönderme, çift maaş gibi başlıklarda seçmenin en az yüzde 60’ı, iktidarın karşısında yer alıyor. 

Sonuçlar, Cumhur İttifakı’nın giderek eridiğini gösteriyor. Muhalefetin somut programlar ortaya koyması durumunda çok ciddi seçim sonuçlarına ulaşılacağı değerlendiriliyor. Bu durumda 2022’de erken seçim kaçınılmazdır.

Yorum yapabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir.

Üye değilseniz hemen üye olun veya giriş yapın.