Biz, sanatın neyiyiz ?

“Eski normalde” müzeleri “fiziki” olarak gezerken, bizzat bizlerin de bir sanatçıya ilham vereceğimiz, onun bir nevi sanat eserinin parçası olacağımız kimin aklına gelirdi? Fotoğraf sanatçısı StefanDraschan ın gelmiş. Kendi eserlerini yaratabilmek için 2015 yılından bu yana günlerce, saatlerce müzelerde zaman geçirmiş, adeta kamp kurmuş. Ve gözlemledikleri sanat eserlerine mükemmel şekilde uyan ziyaretçileri bulduğu anda basmış deklanşöre! Sonuç müthiş!
 
Buradaki, katman katman, bize kadar ulaşan izleme / göz algısı benim tüylerimi ürpertiyor. Her bir fotoğrafı; eserlerin, sanatçıların ve hatta izleyicinin hikayeleri ile tüm detaylarıyla bilmek ve size de uzun uzun anlatmak isterdim… Bu pek mümkün gözükmüyor. Beni en çok çarpan eserden minicik bir hikaye ile başlarsam da; bu Claude Monet ve nilüferler olur…
 
18OOlerin sonlarında Fransa’dayız. Paris’e 80 kilometre uzaklıktaki Giverny’de yapay göller ve Japonya’dan özel getirilmiş çiçeklerle donatılmış geniş bir kır evinin 8 dönümlük cennet bahçesinde, artık orta yaşı geçmiş heybetli bir adam durmaktadır. Çok sevdiği karısını kaybedince ikince kez evlenmiş, 8 çocukla birlikte yerleştiği bu evde, nihayet maddi sıkıntılarından arınmış, refah ve huzur içinde yaşamının son dönemini sürmektedir. Hayatını doğayı izlemeye, ışığın doğaya düşüşüne ve bu ışıkla oluşan renkleri kendi üslubu ile tuvaline aktarmaya adamış, ününün doruğundaki bu adam, suyun üzerindeki nilüferleri izlemiş senelerce… O nilüferlere bakmış, tuvali ona. O tuvale aksettirmiş gördüğünü, tuvali bize. Aradan geçen yaklaşık 100 yılın sonunda, uçuk mavi nilüferlerle dolu uçuşan elbisesi ile bir kadın -Monet’nin gördüğü ile nasıl da bütünleştiğini fark etmeden- bu tuvale bakmış, başka bir adam da kadına ve kadının göldeki nilüferlere dönüşmesine… Bakma, görme, aktarma… Bir asırlık bu katmansal izleme ve izlenim seyahati fotoğraf sanatçısı Stefan Draschan’ın makinesinde ikinci kez ölümsüzleşmiş. Müthiş..
Asıl konu der isem; 
çok uzun zamandır sanatın kavramsal içeriğini düşünüyor, inceliyor ve var olduğu zemini anlamlandırmaya çalışıyorum. Sanat; bir duygunun, bir düşünüşün varlık kazanması ve anlam kazanmasında da var olur iken günümüzde anlamsızlık ile de var olduğunu kabul etmeye başladık. (Çağdaş sanat) Beni bu konuya eğilmeye iten güçlerden biri de bu durum oldu doğrusu. Bu görüşlerin kesin ve net olmaması oldukça ilgimi çekti diyebilirim. Var olan şemalarımız ile dünyayı, varlıkları ve hayatı anlamlandırmaya çabaladığımız her dönemde aslında sanatı icra ettik.
Zaten bu sebepledir ki sanat kavramının insanoğlu tarafından bu kadar desteklenmesi belli disipliner çalışmaların konularını bu sebeple genişletmiştir. Bu da aslında ”sanat” denilen olağanüstü kavramın anlamını genişletmiştir. Bu sebepledir ki insanoğlunun etkisi ile sanatın kavram alanının geliştirilmesi hem bir avantaj hem de bir dezavantaj oluşturmuştur.
 
Sanat sadece bir dışa vurum ya da kendini ifade etme aracı değildir, bence. Sanat kişinin var olma çabasındaki kıvılcımdır. Sanat insanın dolaylı yollarla hayatında ihtiyaç duyduğu bir kavramdır. Evet belki de sanat olmadan yaşanabilir ama bu yaşam bir noktada eksik kalacaktır doğrusu. Tam da bu sırada şu soruyu sordum kendime: Sanatın öznesi miyiz, nesnesi miyiz? Bu sorunun elbette birçok cevabı vardır. Benim söyleyeceklerim ise bu cevaplardan yalnızca biri… Çünkü biliyoruz ki sanat sadece bir icra alanı değil, aynı zamanda bir düşünüş biçimidir. İşte bu sebepledir ki birçok yanıt ile karşı karşıya kalmamız mümkün olacaktır.
 
Bence sanat adına biz insanoğlu her zaman sanatın öznesi olduğumuzu düşüneceğiz. Sanırım bu da insanoğlunun her şeyin sahibi olduğunu düşündüğü gibi bir düşünce. Ama bence bu konuda oldukça yanılıyoruz. İnsanoğlu her zaman sanatın nesnesi olmuştur ve bunu bir türlü fark edip kabul edememiştir. Ama bunun olması da çok mümkün gibi çünkü biliriz ki gramer öğretiminde de en çok birbirine karışan 2 öge: özne ve nesne olmuştur. Özne bir işi, oluşu, hareketi yapan ya da üstlenen varlıktır. Nesne ise o iş, oluş, hareketten etkilenen ögedir. Bu noktada insanoğlu sanatın görevini üstlenmiyor aksine sanatın görevinden etkileniyor. O iş, oluş, hareketi sanat icra ediyor. Bizler ise sadece bu süreçte sanata destek oluyor ve var olmasına yardımcı oluyoruz. Bu yüzden biz sanat adına özne değil nesne konumunda yer alıyoruz. Sanatın eşsiz etkisi ışığında gelişiyor, evriliyor ve var oluyoruz. Sanat tanımı gereği her zaman bir duygu ve düşünüş biçimi olarak tanımlanmıştır. Biz bu düşündürme eylemini “sanat” sayesinde yapıyor ve ediniyoruz. Yani düşündürme eylemini üstlenen her zaman “sanat” olmuştur. Bu durumdan etkilenen insanoğlu ise yalnızca bir nesnedir. Bu düşünce ile “biz olmazsak sanat var olur mu?” düşüncesi ortaya çıkabilir elbette… Evet biz olmasak da sanat her zaman var olacaktır. Bu noktada sanat aslında insandan bağımsız, insana bağlı bir canlı gibi düşünülebilir. Burada sanatı bir 3. kişi gibi düşünmek durumu anlamak adına önemli olacaktır. Bu oyuncunun seyircisi olmadan da o kişi bu sanatı icra edebilir. Bir düşünce ortaya çıkarabilir elbette. Ama eksik olan bir şey elbette ki olacaktır: O da“anlam” olacaktır. Doğada mimikleri ve sesleri ile var olan milyonlarca canlı vardır. Bu olguların” tiyatro” adını alması biz insanoğlunun düşüncesi ile var olmuştur. Sanat, bizim kavramlara yüklediğimiz anlamların bütünüdür. Sanat, bizden tamamen bağımsız olmasa da bize ihtiyaç duymayan bir canlı olacaktır…
 
Biz nesneler ne kadar önemli olmadığımızı düşünsek de aslında önemliyiz. Belki bir nesne değiliz ama anlam yaratımında özneye yardımcı olan bizleriz. Bizler sistemler içindeki minik, karmaşık canlılarız. Varlığımız hem çok önemli hem de çok önemsiz. Bu noktada sanat adına” biz neyiz?” sorusu aslında bu durumu kavramak ve anlamlandırmak adına oldukça önemli olacaktır. Hayat, insanlar, sanat  ve birçok kavram için biz hem birçok şey hem de hiçbir şeyiz. Her şey ve hiçbir şey olmanın verdiği keyif ile bu yazıyı okumanız ve anlamlandırmanız dileğiyle.
 


Yorum yapabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir.

Üye değilseniz hemen üye olun veya giriş yapın.