YARATICILIK

Dışarıda bizim tarafımızdan keşfedilmeyi bekleyen koca bir dünya var.
Yeni şeyler keşfetmek hem çok kolay hem bir o kadar da zor. Jim Rohn’a göre çevremizdeki beş kişinin ortalaması kadarız. Bu bizim internet davranışlarımızda ve araştırmalarımızda da kendini ortaya koyuyor. Uygulamaların kullanıcıyı ekrana kilitlemeye dayalı algoritmaları sağ olsun, hep hoşumuza gidecek içerikleri önümüze sunuyorlar.
Aslında bu tıpkı dışarda yeni yerler keşfetmeye de benziyor. Tanıdığın çevreden uzaklaşmadıkça yeniyi keşfedemez, onun vereceği heyecanı ve mutluluğu tadamazsın. Başka bir değişle şehrin sokaklarında kaybolmadıkça neyi aradığını bulamazsın. O zaman diyebiliriz ki yeni olanı yapmak ya da deneyimlemek konfor alanından çıkmak için adım atmakla başlar.
Peki yeni olanı, bilinmeyeni keşfetmeyi neden bu kadar seviyoruz?
Binlerce araştırma, yüzlerce yazı ve onlarca TED konuşması sayesinde bugün öğrendik ki yaratıcılığın temeli özgünlük değil. Yaratıcılık; hali hazırda mevcut olan bilgileri daha önce kimsenin birleştirmediği şekilde birleştirip, yeniye evriltmektir. Yaratıcılık dediğimiz kavramın %51’i eski bilgileri iyice süzmek ve onları uygun şekilde karmak, %49’u da bu karışımı yeni amaçlara hizmet etmesi için kendimizce şekillendirmekten oluşuyor diyebiliriz.
 
Hemen hepimiz yaptığımız kaliteli işlerle tanınmak istiyoruz. İnsanlar bizi bilsin ve ‘bu ne efsane bir şey yapmış ya’ desin diyoruz aslında. Oysa bir şeyi sıfırdan ortaya koyma düşüncesi yaratıcılığın tanımına ters düşmekte. Yaratıcılığın tanımına göre hiç düşünülmemiş değil, yeterince düşünülmemiş konu vardır ve yeterince düşünülürse ortaya yaratıcı sonuçlar çıkar.
 
Yeterince derken?
 
Lise kimya derslerinde bize öğretildiği gibi evrendeki her şeyi ve tabii bizim bedenlerimizi de oluşturan yapı taşı atomlardır. Atomlar minimum enerji & maksimum düzensizlik ilkesine göre varlığını sürdürürler. Bu ilkeye göre beynimiz fazladan yorulmamak için sürekli aynı şeyleri yapmaya endekslidir ve buna bağlı olarak hantallaşmaya meyillidir.
 
Peki ya beynimize hükmetmeyi seçip onu doğasına ters bir şekilde yorarsak yani onu yeni şeyler öğrenmeye ya da düşünmeye itersek ne olur? İşte tam olarak bu noktada yaratıcılık dediğimiz kavram, beynimizin kıvrımlarını çepeçevre sarar. Araştırmalara bakarsak yaratıcılık kavramı son yıllarda diğer tüm rakiplerini eleyerek öne çıkmayı başarmış. Bu özellik, işe alımlarda şirketlerin insan kaynakları departmanı tarafından özenle inceleniyor. Hatta öyle ki büyük şirketler yaratıcılık trendini yakalayabilmek adına küçük ekipli startuplarla ortaklık kuruyorlar.
 
Sonu bol sıfırlı cirolarıyla başımızı döndüren şirketler, neden kuruluşu beş yılı bulmamış startuplarla ortak olma yoluna giriyor? Çünkü artık yaratıcı ürünler müşteriyi cezbediyor. Bu noktada da yaratıcı çözümleri korkusuzca deneyen startuplar pastadan paylarını alıyorlar.
 
Her şey tamam da, bu yaştan sonra yaratıcılığımızı nasıl geliştireceğiz?
 
Saçma olarak nitelendirdiğiniz tüm düşünceleri beyninizin tozlu raflarından elinize alıp yeniden değerlendirin. (Unutmayın ki saçmalık yaratıcılığın bir önceki durağıdır.)
 
Bol bol araştırın ve alakasız şeyleri mix yapmaya çalışın. (Uzmanlara göre bu oldukça geliştirici bir beyin egzersizi)
 
Denemekten ve deneme sürecinde başarısız olmaktan korkmayın. (Sonuçta hiçbirimiz düşmeden, dizleri kanamadan yürümeyi öğrenmedi.)


Yorum yapabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir.

Üye değilseniz hemen üye olun veya giriş yapın.