BEN DİLİ

Her zaman “yapmak zorunda olma” hissi çok garip. Bu sürekli bir şey yapmak zorunda olma hissiyle ilk ne zaman karşılaştık? Karantinada bile sürekli bu duygu peşimizdeydi. Spor yapmalıyım, dilimi geliştirmeliyim, ders çalışmalıyım, evi temizlemeliyim… Sürekli olarak ertelemenin verdiği iç sıkıntısı ile geçti saatlerimiz belki de. Ömrümün hatırlayabildiğim her evresinde bir şeyler yapmak zorundaydım. Aslında hiçbirini yapmadım.

Bu aralar ben çok yavaş bir günler geçiriyorum, her anından zevk alarak. Hiçbir şeyi kontrol etmeye çalışmadım. Ağlamak mı istiyorum, ağladım. Huzurlu hissetmek istediğim kadar huzurlu hissettim. Koşturmadım. Yürüdüğüm yolları adım adım yürümenin daha güzel olduğunu fark ettim. Siyah gördüğüm ne varsa griye çevirdim mesela, beyaz olanlar hakkında da mantığımın süzgecini kullandım. Hayat siyah-beyaz değildi çünkü. Her an kıymetli ve her duygum okşamaya değerdi. Öğle vakitlerinde geçirdiğim huzurlu saatlerle akşam saatlerindeki mutsuzluğum eşdeğerdi. Çünkü mutsuzluğumun da kendine pay çıkartacak bir acısı vardı. Peki, bu zorunlu olmanın baskısından nasıl kurtulabiliriz? Nasıl tekrar severek sadece istediğimiz için yapıyor olmanın hissini yaşayabiliriz? Zaman akıyordu ama boğazıma düğümlenen şeyler orada bırakırsam hep orada kalacaktı. Akışta boğulmamak nefes almayı gerektiriyordu çünkü. Bugün ben durup nefes almanın değerini anladım tekrardan. Etrafıma bakıp içime çekmeye doğayı, güzel olan her şeyi. Hangi iş 5 dakika balkona çıkıp önümdeki parkı ya da gökyüzünü izlememe engel olabilirdi ki? Hangi dünya bu kadar acımasız? Bu koşuşturma, bu içselleştirdiğim koşuşturma, bana ait değildi. En son ne zaman gerçekten önemseyerek giyinip çıktığımı unuttum evden. En son ne zaman sevilmeye değer olduğumu hissettiğimi unuttum. En son ne zaman bir şeyi sadece yapmak için değil de en iyi şekilde yapmak için, en zevk alacak şekilde yapmak için yaptığımı unuttum. Genellikle buna zamanımız olmadığını savunuyoruz, ah 20. yüzyıl insanı! Ne çok yoruyor hayat bizi. Ama hayat kendine cezalar vermek için fazlasıyla kısa. Saatlerce yatıp hiçbir şeyle ilgilenmiyorken bile yoruluyor insan bu böyle olmamalı. Hayat olabilecek en yavaş şekilde resmimi çizerken klasik müzik dinlememek için yeterince uzun değil. Bir lotus bitkisinin kokusunu yüreğinde hissetmekten daha fazlası da değil. Kendime sunduğum dünyam beni sadece mutlu etmek için var değil, mutsuzluğum da bana ait. Sadece beni neyin mutlu ettiğini öğrendiysem ve yapmıyorsam kendime haksızlık yapmış olmaz mıyım? Peki ya bu hissiyat bana yaptığım her şeyin sonunda tatmin duygusuyla verilen büyük bir ödül sağlıyorsa ve ben bunun bağımlısıysam? Mutsuzluklar hayatımdan kalkarsa daha huzurlu mu olurum yoksa hayattan aldığım zevk, öncesinde acı olmadığı için azalır mı?

Bakın hepimiz için asıl önemli soru şu;

Ben ne istiyorum ? Dünyayı gezip görmek, hayalini kurduğum tüm zevkleri tadabilmek gibi herkesin istediği şeyler dışında ne olmak istiyordum? 

Neyse ki artık kendimi tanıyorum, saçma mükemmeliyetçiliğimin, bir yere varamayan isteklerimin, yersiz korkularımın farkındayım. Buradayım ve yazıyorum hem eleştiri hem alkış için. Hem insanlar için hem de 10 yıl sonra kimsenin görmediği bir günlüğe sahip olabilmiş olmak için. Kafamda dönüp dolaşan konuları buraya aktarmak, ileride dönüp baktığımda “ne salakça bir yazı/düşünce” deyip geçebilmek, gelişimimi görebilmek için. Hem kendim için, hem ilerideki hayalimi gerçekleştirebilmek için. 

Sen kendin için ne yapıyorsun ? 

Yorum yapabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir.

Üye değilseniz hemen üye olun veya giriş yapın.